28 Mayıs 2012 Pazartesi

Arayış



Korkuyorum karanlıktan. Karanlığın hiç bitmemesinden  korkuyorum. Küçük ışığı ararken girdiğim yollardan çıkmaya çalışıyorum. Her yer karanlık, ıssız. Doğru yönü bulmaya çalışırken geldiğim yoldan daha da uzaklaşıyorum.
Yeni bir ışık gözlerimi alıyor, öyle parlak ki bakamıyorum ona. Gözlerim sarhoş oluyor parıltısından, kalbim kanatlanıp ışığa doğru uçuyor heyecanla. Yine tam yaklaştım derken, ışık kayboluyor. Kısa bir arayıştan sonra arkamda görüyorum ışığı. Ona ulaşmam için geri dönmem gerekecek, ama bu hiç kolay değil ki.
İleriye gitmek ne kolaydı oysa.
Dümdüz yürüyordum karanlıklar boyunca
Önüme bir iki engel çıksa da
Değer miydi üzülüp ağlamaya
Geri dönüş yolu öyle hırçın ki. Engellerle dolu. Aslında bu engellerle daha önce karşılaşmıştım ben. Daha iki üç yıl önce şu köşede uzanmış yatan adam için gecelerce ağlayan ben değildim sanki. En sevdiği renk neydi onun?
İşte geçmek için senelerce çalıştığım sınavlar. Ne yani bunları tekrarlamak zorunda mıyım?
Ben bu sınavlarla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum ki. Ya da şu adam, adını bile zar zor hatırlıyorum. Bu kadın da kim?
Yol boyunca sıralanmış anıları hatırlamaya çalışırken bir anda ışık geliveriyor aklıma. Sahi, ben bu yola ışığı ararken girmiştim değil mi? Işık yine kayboldu anlaşılan. Geri dönmek, geçmişe doğru değil geleceğe doğru gitmek istiyorum ama olmuyor. Bugünde sıkışmışım, geleceğe gidebilmem için geçmişte yarım kalan her şeyi tamamlamam, yanlış olanları sil baştan yaşamam gerekiyor. Ama bu mümkün değil ki diye haykırıyorum, tavandan düşen bir taş parçası yanıtlıyor beni. Haykırırcasına, karanlığı yırtarak düşüyor sessizliğin içine.

Önümde yığılı anılar. Kadınlar erkekler, kağıtlar, paralar, yapraklar, gözyaşı ile ıslanmış yastıklar, mide ağrısı için kullandığım haplar... Buradan çıkabilmek için başarmak zorundayım. Ödemem gereken bir bedel varsa ödemeli, yüzleşmem gerekenlerle yüzleşmeliyim.  Ah bir de nereden başlayacağımı bilsem! Pekala, işte solmuş çiçekler. Bu çiçekler nereden geldi ki, bana biri mi verdi, yoksa ben mi birine hediye ettim? Off, hatırlamıyorum işte. Ben kimseye böyle bir çiçek almadım, kimse de bana bu kadar güzel güller almadı. Tabi ya, bu hep hayal ettiğim buket! İyi de bunun anıların arasında ne işi var, bu anı bile sayılmaz ki! Hem, neden solmuş bunlar? Madem ki benim anılarımla yüzleşmem gerekiyor, anıların nasıl bıraktıysam öyle kalmış olmaları gerekmez mi? Çiçeklerin solması neden? Ya bu yüzünün yarısı silinmiş kadın, saçlarının rengi ne kadar belirsiz; kızıl mı, bakır mı?

Her şey biraz eksik sanki, metal paralar kararmış. Kitap yaprakları sararmış, çok sevdiğim kırmızı balıkçı kazağım yırtılmak üzere. Bir sağa bir sola bakarak anılar arasında dolaşırken, ayağıma takılan bir şeyin çıkardığı sesle irkiliyorum. Ses. Uzun süredir burada duyduğum tek ses korkudan hızla çarpan kalbimin gümbürtüsüydü. Şimdi bu "aaah" sesi de ne? Yere eğildiğimde minik bir kalp görüyorum, kenarından kırılmış, rengi solmuş; ama hala pembe. Parlamak için öyle bir çaba sarf ediyor ki. Ne yapacağımı bilemiyorum. Elime almak, ısıtmak istiyorum ama dokunsam daha da kırılacak diye korkuyorum. Yavaşça işaret parmağımı uzatıyorum, parmağımı değdirmemle geri çekmem bir oluyor. Korkularım boşa çıkıyor, dokunduğum yer kırılmıyor aksine  hızla pembeleşiyor; hatta kırmızıya dönük bir renk almaya başlıyor. İşte o an, zihnimde beliriveren düşünce hem heyecanlandırıyor beni, hem de ürpertiyor.
Bir ışık değil miydi aradığım? İşte bu kalbin minicik bir ışığı var. Onu elime alırsam kolayca yolumu bulabilirim. Geçmişe değil, geleceğe koşabilirim. Hemen minik kalbi avuçlarıma alıyorum. Gitgide artıyor ışığı, minik kalbin pembe ışığı bana umut oluyor, ve geriye doğru koşmaya başlıyorum elimde minik kalple. Geriye, geleceğe.
Ve sonunda çıkıyorum aydınlığa. Güneş yeni doğuyor. Elimde minik kalple bir taşa oturup, güneşi seyrediyorum bir süre. İşte peşinden koştuğum ışıklardan biri daha! Aniden bir soru takılıyor zihnime. Elimde tuttuğum kimin kalbi? Bir insan başkasının kalbini elinde tutma hakkına nasıl sahip olur. O anda minik kalbin çaresizliğini kavrıyorum. Nasıl da masum, nasıl da kırılgan. İstesem, onu elimle bir güzel ezebilirim, ya da şu tepeden aşağı yuvarlayabilirim mesela.
" Bütün bunları yapmadığını mı sanıyorsun?"
Bu konuşan da kim diye etrafıma bakınıyorum, kimse yok. Yoksa, bu konuşan minik kalp mi?
" Bugüne kadar beni hiç parçalamadığını, tepelerderden yuvarlamadığını mı sanıyorsun? Peki sol tarafımdaki bu kırık nasıl oldu, ya köşedeki şu derin yarık?"
Sen kimin kalbisin? Eminim bilerek ya da bilmeyerek bir sürü kalbi kırdım, ama hiçbir kalbe bu kadar acımasız davrandığımı hatırlamıyorum.
" Evet başka kalplere hiç acımasız davranmadın sen. Ama  ya kendine karşı fazla gaddardın, ya da suçu hep başkalarına attın. Kimse kimsenin kalbini kırmaz. Biri bir şey yapar ve biter, onun üzerine saatlerce kuruntu yaparak kendi kalbini kırar her insan, başkasınınkini değil"
Evet, haklısın galiba. Artık söylecek misin kimin kalbi olduğunu
"Senin"
O an korkuyla kalbimi yokluyorum. Heyecanla çarpıyor. Rahatlıyorum. İşte burada kalbim, bir yere gitmemiş, beni bırakmamış. Benim kalbim burada, bak nasıl da çarpıyor!
" Kalbinin sadece sesi orada. Senden ayrılırken sesimi yanıma alamadım. Hiçbir kalp sesini yanında götüremez aslında. Kalp yavaş yavaş ölür, acı çeker, ama o ses hep orada kalır. Kalp kırılır, gider, ama o ses orada olduğu sürece kimse fark etmez kalbin kendisini çoktan terk ettiğini. " 

  Görsel http://www.webhatti.com/genel-sohbet/185898-biz-turkiyemiyiz.html adresinden alınmıştır.